Doğu geleneği dairesel bir bütünlükle, başlanan yerde sona eren spiritüel hikâyelerle doludur; yolcu aradığı her ne ise yolculuğunun başında bıraktığı yerde bulur, çoğunlukla aranan şeyin kaynağı kendi özüdür. Bunun için incinin oluşumu oldukça güzel bir örnektir: İstiridyenin içerisine kaçan ufacık bir toz zerresi mucizevi bir yolculuğa vesile olur. İstiridye bir yolculuğa çıkar ve içinde dünyanın en kıymetli mücevherlerinden biri vücut bulur. Toz zerresi bir yolculuğa çıkar ve en sonunda inci olur. İçimize düşen bir soru ya da içimize işleyen bir işaret de aynı şeye vesile olur, çıktığımız bu yolculukta hepimiz kendi incilerimizi vücuda getiririz. Bu konuda Ferîdüddîn Attâr’ın bize aktaracağı sırlar var. Her birimizin aynasının sırrına sır katması dileklerimle…
~Deniz Gaia
“Ey seçilmiş yüksek damla!
Kıdem denizinden koku alan damla!
Denizden yüceliği seçtin gerçi
Bu yolla kendi kemâline eriştin.
Denizden yükseklere çıktın sen.
Sedef için parlak inci oldun sen.
Sefer etmeden inci olamazsın.
Kül oldunsa, kor ateş olamazsın.
Deryadan unsurlara sefer ettin
Sefer etmeden damla nasıl inci olur?
İlkin yağmur damlası sefer etti.
Sonra deniz dibini incilerle doldurdu.
Denizde inci saklı kaldıysa,
İnci yolun tozuyla bir olduysa,
İnci denizden yükselince
Altın işlemeli tacın altında gelir başa.
Dut yaprağındaydı; yerinden ayrılınca
İpek, atlas oldu, çıktı başa.
Yolculuğun sonu böyle olmasaydı
Felekte bir anlık huzur kalmazdı.
Seferin böyle kadri olmasaydı
Yeni ay seferle dolunay olmazdı.
Hey kavgacı şahin!
Tabiatlar çerçevesinden çık bir an.
Uç lâmekân dünyasına doğru
Kal bir süre zeminin, zamanın dışında.
Zamansızlık denilen yerde yüz yıl ile bir an
Bir görünür gözüne zaman.
Bir an yüz yıl sayılır orada.
Gelecek, mazi, şimdiki zaman yok orada.
Şimdiki zaman dediğin olmaz bir zamanda
Gökyüzü bulunmaz mânâya baktığında.
Devranın dönüşü yoktur orada
Dönen feleğin devrini görmezsin orada.
Gökler göz nuru gibi olur.
Böyleler, öyleler olmaz orada.
Ne noksan vardır ne kemâl orada.
Mazi, gelecek, şimdiki zaman yok orada
O hazret iki dünyadan uzak olunca
Zamandan, mekândan bu sebeple olur uzakta.
Mehdî ile Âdem bir nefeste olur
Ne biri ondan fazla, ne biri bundan eksik olur.
Şimdi bu zemini bedel tutarsan
Ebed ile ezeli bir görürsün sen.
Orada ‘Ne?’, ‘Kaç?’ bulunmaz.
Ezelin ebedle bağı olmaz.
Biliyorum, ikisi, birden başka değil.
Muhakkıkın bu konuda şüphesi olmaz.” (*)
(*) Esrârnâme, Ferîdüddîn Attâr, çev: Prof. Dr. Mehmet Kanar, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s.41-42, Birinci Makale’den.
Görsel şu sayfadan alınmıştır.
Bir Cevap Yazın