Hint Felsefesinin 4 Öğüdü

Hayata ve en önemlisi kendimize olan bakışımızı değiştirecek, bizi gelmiş geçmiş olayların prangalarından kurtaracak çözümler ararız kimi zaman. Bunun için pek çok tedavi, olumlama, meditasyon, terapi tekniği mevcut. Ancak “olmayınca olmuyor” denir ya bazen, ne yaparsak yapalım bir türlü etki etmez, zihnimiz bu salıverme eylemine inatla engel olur. Belki de kendi kabullenme yöntemimizi oluşturarak kolayca içinden çıkabileceğimiz bir durum söz konusuyken, kendimiz bunu bir kaosa dönüştürürüz ve içinden çıkamadıkça vesveselerle yaşamaya devam ederiz. Burada önemli olan, bu durumdan kurtulmak için duyulan istekle, niyetle, kalbi bu kurtuluşa açmakla birlikte, zihni de açmak bence. Aklın ve kalbin kendine has işleme prosedürleri ve yöntemleri olduğundan bahseder uzmanlar, ancak bahsettikleri bir diğer şey de bu ikisi paralel seyirde olduğu müddetçe iyileşmenin, başarının tam olarak gerçekleştiğidir. Yani sadece istemek yetmez.

Bu bağlamda, facebook üzerinde rastladığım ve son aylarda internette de sıkça paylaşılan bir öğretiye burada yer vermek istiyorum. İnternette bu alıntı “Hint Felsefesinin 4 Kuralı” adı altında paylaşılıyor. Ben bunları “öğüt” olarak paylaşmayı tercih ediyorum. 🙂

Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.

Bu kuralı anlamak, hayatımıza kimleri neden/ne şekilde aldığımızı sorgulama ve dolayısıyla kendimizi suçlama yükünden bizi kurtarıyor. Evet pek çok şey bir bakıma seçimlerimize bağlı, ancak seçimlerimiz neticesinde olanlar büyük resmin, büyük planın bir parçası ve aslına bakacak olursanız seçimlerimizin daha sonra olacaklar üzerinde sandığımız kadar büyük bir yaptırımı yok. Karşımıza çıkan ve/veya hayatımıza giren herkesin büyük planımızdaki nedensel yerini bulmayı kolaylaştırmak için bunu kabullenmemiz lazım.

Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiçbir şey, hem de hiçbir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. “Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı,” gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.

Bir önceki maddede belirttiğim gibi, seçimlerimizin daha sonra olacaklar üzerinde sandığımız kadar büyük bir yaptırımı yok. Yaşanmış olan her olay biriciktir ve kendi içinde bir mükemmeliyete sahiptir, çünkü büyük planımız dahilinde yaşamamız gereken şeyi yaşamışızdır ve ne yaparsak yapalım bunu ne biz, ne de bir başka güç değiştirebilir. Yaşamamız gereken olayı yaşadıktan ve bundan planımız dahilinde almamız gereken dersi aldıktan sonraki bilinç düzeyimizle, onu hiç yaşamadan ve dersi almadan önceki bilinç düzeyimiz aynı değildir. Geçmişe yönelik cümleler kurduğumuzda unutmamalıyız ki, bir imkân olsaydı ve geçmişe dönebilseydik, yine o ân hangi bilinç düzeyine sahip idiysek ona geri dönmüş olacak ve yine aynı şeyi yapacaktık. Boş yere kafa yormaya hiç gerek yok. Bu durumu kabullenmek, bellek kasedimizi sürekli olarak geriye doğru sararak yormak yükünden bizleri kurtarıyor.

İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.

Bunu kabullenmek, bizi gereksiz zaman tayinleri üzerine kafa yormaktan kurtarıyor. “Yanlış zaman” diye bir şey yoktur, bu algıyı bize, bazı durumları kabullenip akışa teslim olmaya ya da bir adım atmaya cesaret bulamadığımız için zihnimiz empoze eder. Buna çok basit bir örnek verebilirim: Acıktığımızda, yemek yemek için “doğru an”da olmadığımızı düşünür ve yerimizde kalırsak, bir adım atmazsak, “doğru an”ın geldiğine nihayet karar verdiğimizde koşar adım da ilerlesek çok geç kalmış olabilir, “aç kalmış” olabiliriz.

Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir.

Bunu kabullenmek, artık hayatımızda yeri olmayan kişilere, durumlara ve şeylere gereksiz yere tutunmak yükünden bizi kurtarıyor. Bu hatayı hepimiz özellikle sevmiş olduğumuz insanlar söz konusu olunca sıklıkla yapıyoruz, mantığımız bir noktada bunu anlamaya başlasa da kalbimiz genelde salıverme eylemine izin ver(e)miyor. Oysa ki bunu yapabilmek çok önemli. Nasıl ki son kullanma tarihi geçen ürünleri evimizde barındırmıyorsak, son kullanma tarihi geçen kişileri, olayları ve durumları da hayatımızda barındırmamalıyız. Teşekkürümüz eşliğinde biten her şeyi salıvermeliyiz ki ileriye baktığımızda gelecek olan herkes ve her şey olması gerektiği gibi hayatımıza dahil olabilsin.

Sevgilerimle…
~Deniz Gaia

Not: Küçük çaplı bir araştırma yapmakla beraber, bu dört kuralın asıl kaynağını ya da varsa hangi kitaptan alıntılandığını bulamadım. Eğer bilenler var ise, haber verirlerse çok sevinirim.

Comments

  1. Hint felsefesi de batının söylediği birçok şeyi söylüyor ancak neden o kadar popüler değil. Daha doğrusu sistematik ve takip edilir değil. Acaba hep iyi şeylerden bahsetmesi mi? Batılılar kötülerden de bahsederken Hintli filozoflar hep rahatlatıcı şeyler söylüyor olabilir mi?

    • Hint felsefesi de son yıllarda popüler olmaya başladı. Doğu felsefesi her zaman için ana kaynak niteliğindedir, ancak ortaya çıktığı ve gelişim gösterdiği coğrafya ve kültür, Batı’dakinden oldukça farklıdır. Sistematik ve takip edilir değil şeklindeki yorumunuz da Batıcıldır aslında, nasıl anlatsam, Batı’daki felsefe akımları Güneş ışığında ilerlemeye benzer, Doğu’dakiler ise Ay ışığında ilerlemeye. Doğu felsefesi kendi içinde bir sistematiüğe sahiptir ve takip edilmesi kolaydır, ancak bu felsefenin özünü içeren metinler çoğunlukla Doğu mistisizminin de temelini oluşturur ve dinsel algısı ile iç içedir. Mesela Hint felsefesinin özünü Bhagavad-Gita’da bulabiliriz, ancak bu aynı zamanda Hint kültürünün din algısı ile alakalıdır, keza Upanişadlar da öyledir. Bu metinlerde sadece rahatlatıcı şeyler söylenmemektedir bu arada, belki de kötü bir olay karşısında dahi olumlu ve dingin kalmayı çokça öğütlemeleri bu şekilde yanlış anlaşılmalarına neden olmaktadır. Çoğu insan bu metinlerin adını dahi bilmemektedir, çünkü Batı metinlerine göre daha girift içeriklere sahiptirler, neden popüler olmadıklarını belki buradan anlayabiliriz. 🙂

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s